Sağlık olgusu, insanlık tarihinin en eski dönemlerinden itibaren fiziksel iyilik hâlinden çok daha fazlasını ifade eder. İlk uygarlıklar için hastalık, bazen görünmeyen ruhsal güçlerin etkisi, bazen tanrıların memnuniyetsizliği, bazen de kozmik düzenin bozulmasıyla açıklanan bir olguydu. Bu nedenle şifa arayışı ilaç, ritüel, bitki, dua, ve sembollerle kurulan çok katmanlı bir anlam dünyasına işaret etmekteydi.
Sümer, Akad, Asur, Babil, Mısır, Hitit, Lidya, Frig ve Pers kültürlerinin her biri, bugün modern tıbbın görsel diline kadar uzanan köklü semboller bırakmıştır. Bu kadim toplumların sağlık anlayışını izlemek, “şifa”ya dair insanlığın ortak hafızasını da görünür kılmaktadır.
İlk Uygarlıklarda Sağlık Sembolizmi
Sümer’den Mısır’a, Hitit’ten Perslere Uzanan Kadim Şifa Anlayışı
Sümerlerde Şifa: Ningişzida’nın Yılanlı Asası ve Büyü-Tıp Birliği
Mezopotamya'nın en eski uygarlığı Sümerler, şifayı tanrısal ve doğal bilginin birleştiği bir alan olarak görürdü. Şifa tanrılarından Ningişzida’nın çift yılanla sarılmış asası, tarih boyunca “iyileştirici güç”le özdeşleşen sembollerin ilki kabul edilir. Derisini yenileyen yılan, Sümer zihninde dönüşümün, koruyucu gücün ve yaşamın devamlılığının işaretiydi. Bu nedenle hastalıkla mücadelede yılan figürü kutsal bir iyileştirici simge olarak görülürdü.
Sümerce tabletlerde çok sayıda büyü ilahisi, bitkisel reçete ve ritüel yönergesi bulunmuştur. Hastalıklar çoğu zaman kötü ruhların etkisiyle açıklanır; bu nedenle tıp uygulamaları, dualarla ve arındırma ritüelleriyle birlikte yürütülürdü. Sümer tıbbının en özgün yönü, hastalığı hem maddi hem manevi bir mesele olarak yorumlamasıdır.
Akad, Asur ve Babil’de Hastalık: Tanrı Gula, Tılsımlar ve Farmakolojik Bilgi
Sümer mirasını devam ettiren Akad, Asur ve Babil uygarlıkları, sağlık sembollerini daha sistemli hâle getirdi. Bu toplumlarda şifanın başlıca tanrısı Gula’ydı ve köpekle ilişkilendirilirdi. Köpeğin yaraları yalayarak iyileştirmesi, onun tanrısal şifa gücünün doğal bir karşılığı olarak yorumlandı. Tapınak girişlerine konan köpek heykelleri, hem koruyucu hem de iyileştirici bir enerji kaynağı kabul edilirdi.
Asur ve Babil tıbbının bir diğer belirgin özelliği tılsım kültürüdür. Hastalığa yol açtığına inanılan ecinni varlıklara karşı kil tabletlere yazılan dualar, taş muskalar ve ritüel objeler kullanılırdı. Bu tılsımların amacı, kötücül ruhun beden üzerindeki etkisini kırmak ve hastanın enerjisini dengeye getirmekti.
Öte yandan bu dönemde Mezopotamya, bitkisel tedavilerin en eski kayıtlarını üretmiştir. Kil tabletlerde kayıtlı yüzlerce bitki, mineraller ve hayvansal maddeler, modern farmakolojinin köklerini oluşturur. Mezopotamya hekimleri, hem gözlem hem ritüel hem de deneyimle oluşan karma bir şifa pratiği geliştirmiştir.
Antik Mısır’da Sağlık: Horus’un Gözü, Ankh ve Kutsal Koruyucular
Antik Mısır, sağlık sembolizmi bakımından en zengin görsel mirasa sahip uygarlıklardan biridir. Mısırlıların sağlık anlayışı, evrensel düzeni ifade eden “maat” kavramı etrafında şekillenir. Maat bozulduğunda hastalık ortaya çıkar; düzen yeniden kurulduğunda şifa sağlanır.
Bu düşüncenin en belirgin sembolü Wedjat yani Horus’un Gözüdür. Horus’un babasının intikamını alırken yaralanan gözü, Thoth tarafından iyileştirilir. Böylece göz hem kaybedilen sağlığın geri kazanılmasını hem de bütünlüğün yeniden tesisini simgeler. Bu yüzden, Horus’un Gözü binlerce yıl boyunca hem koruyucu bir muska hem de iyileştirici güçle ilişkilendirilen bir işaret oldu.
Mısır’da yaşam enerjisinin sembolü Ankh ise tanrıların hastaları iyileştirirken ellerinde taşıdığı anahtardır. Ankh’ın kişinin ağzına tutulduğu tasvirler, “yaşam nefesinin hastaya aktarılması” anlamını taşır. Firavunların alınlarında görülen kobra (Uraeus) ise koruma, arınma ve tanrısal kudretin simgesidir; kötü enerjiyi püskürten bir güç olarak kabul edilirdi.
Mısır tıbbı, mumyalama sayesinde ileri düzey anatomi bilgisine sahipti. Bal, reçine, aloe, yağlar ve yüzlerce bitki tıbbi amaçla kullanılır; hekimler aynı zamanda rahiplik ve ritüel uzmanlığını da bir arada yürütürdü.
Hititlerde Arınma, Su Kültü ve Tanrıların Memnuniyeti
Anadolu’nun büyük uygarlıklarından Hititler, hastalığı genellikle tanrıların hoşnutsuzluğu ve kozmik düzenin bozulmasıyla açıklardı. Bu nedenle Hitit tıbbının temelinde arınma ve barışma ritüelleri yer alır. Arınma anlamına gelen Purulli törenleri, bireyin veya toplumun üzerindeki kötü etkileri su, ateş, ekmek ve tuz gibi nesneler aracılığıyla giderme amacını taşırdı.
Hitit hekimleri, rahiplik bilgisiyle bitkisel tedaviyi birleştirirdi. Kötü güçleri kovmak için büyü ilahileri okunur, hastanın etrafında ateş ve su kullanılarak sembolik temizlik yapılırdı. Bu ritüeller, Hititlerin tıp anlayışında görünmeyen güçlerle fiziksel dünya arasında kurdukları bağı açıkça yansıtır. Koruyucu hayvan figürleri — özellikle boğa, geyik ve kuş — tanrıların gücünü çağıran semboller olarak kullanılırdı.
Lidya ve Frig kültürlerinde doğurganlık, su ve doğal şifa kaynakları
Hitit geleneğini izleyen Lidyalılar ve Frigler, sağlık anlayışlarını doğurganlık, bereket ve doğal yaşam kaynakları üzerine kurdular. Frig dünyasının merkezinde yer alan Ana Tanrıça Kybele, hem doğanın canlılığını hem de şifanın bereketini temsil ederdi. Dağ eteklerinden çıkan kaynak sularının şifalı kabul edilmesi, Kybele kültünün doğal bir yansımasıdır.
Frig rahipleri bitkisel tedavide ustaydı ve özellikle aromatik bitkiler, afyon türevleri ve sakinleştirici otlar ritüellerle birlikte kullanılırdı. Lidyalılar da benzer şekilde su kültünü önemseyerek belirli pınarları ve kaplıcaları hastalıkların şifası olarak görürdü. Anadolu’da daha sonra gelişen Asklepios kültünün bu yerli şifa anlayışıyla teması, bölgenin tıp geleneğini derinden etkilemiştir.
Pers ve Zerdüşt dünyasında ışık, ateş ve kozmik düzen
Pers İmparatorluğu’nun dini olan Zerdüştlük, hastalığı evrendeki iyilik ve kötülük güçlerinin mücadelesi açısından yorumlar. İyilik ve doğruluğun tanrısı Ahura Mazda’nın hükmettiği Asha —hakikat, kozmik düzen ve ahlaki doğruluk ilkesini ifade eden kavram— Zerdüştî düşüncede hem ruhsal hem bedensel sağlığın temelini temsil eder. Bu düzen bozulduğunda hastalık ortaya çıkar.
Şifa arayışında ateş, Zerdüşt geleneğinde merkezi bir konuma sahiptir. Ateşin arındırıcı gücü, hem ruhsal hem fiziksel kirlenmeyi giderir. Ateş tapınaklarında yapılan ritüeller, hastanın içsel dengesini yeniden kurmayı amaçlar. Bitkisel şifa geleneği ise Zerdüştîlikte “haoma” kültü etrafında şekillenir; haoma, hem kutsal bir bitki hem de yaşam gücü ile ölümsüzlüğü simgeleyen ritüel bir öz olarak kabul edilir.
Pers tıbbı, sağlıkla etik arasındaki ilişkiyi de vurgular. Doğru yaşamak, doğru söz söylemek ve doğru davranmak, beden sağlığı kadar önemsenirdi. Bu yönüyle Zerdüştlük, daha sonraki tıp felsefelerine bile ahlaki bir çerçeve kazandırmıştır.
Kadim semboller, insanlığın ortak şifa dilini kurdu
İlk uygarlıkların şifa sembolizmi, insanın doğal güçler, tanrılar ve kendi bedeni arasındaki ilişkiyi anlamlandırma çabasının bir ürünüdür. Sümer’in yılanlı asası, Mısır’ın ankh’ı, Hititlerin arınma törenleri, Friglerin doğa merkezli şifa anlayışı ve Perslerin ateş kültü, bugün hâlâ sağlık alanının sözcüklerine, sembollerine ve ritüellerine nüfuz eden bir miras bırakmıştır.
Bu miras, insanın şifa arayışının kültürden kültüre değişse de özünde aynı olduğunu gösterir:
Sağlık, beden, ruh ve doğa arasında kurulan kadim bir dengedir.
Doç. Dr. Süleyman Güngör

1 Yorum
Gülay Kılıç
02-12-2025 08:57Bu yazıyı okurken insanlığın binlerce yıl önce bile “şifa”yı ne kadar derin ve bütünsel gördüğünü fark ettim. Yılanlı asadan Horus’un Gözü’ne, Kybele’nin doğurganlık kültünden Hititlerin arınma törenlerine kadar her sembolün aslında bugün bile bir karşılığı var. Modern tıbbın soğuk görünen tarafının bile kökeninde ne kadar güçlü bir hikâye ve kadim ortak hafıza olduğunu hissettim. Sağlık kavramının sadece “beden” değil, aynı zamanda ruh, düzen, denge ve anlam olduğunu hatırlatan çok güzel bir içerik olmuş.